27 Haziran 2008 Cuma

Jupp Derwall-Prestigio


Jupp Derwall kimdir?
josef "jupp" Derwall (10 mart 1927 würselen,kuzey rhine westfallen,Almanya) ilk futbolcu koçlardan biridir.Derwall 1978-1984 yılları arasında batı alman milli takımının menejerlgini yapmış,1980 avrupa futbol şampiyonasını kazanmış ve 1984 dunya kupasında finale yukselmiştir.Saç stili ona gümüş bukleli reis lakabının verilmesindeki temel sebeptir.

İçerik:

1)oyunculuk kariyeri
2)ilk koçluk yılları
3)Almanya cehenneminde
4)Turkiyedeki oyunu yeniden duzenleme


Oyunculuk kariyeri:
1983 yılında rhenania würselende forvet orta saha olarak başladı.Sonra,Derwall 5 bölümlü alman 1. liginin batı grubunda Alemannia Aachen ve Fortuna Düsseldorfta oynadı.Aachen ile oynadıgı ve Rot-Weiss Essen'e 1-2 yenildikleri 1953 almanya kupası finalinde bir gol attı.5 yıl sonra VfB susttgart a 4-3 yenildikleri kupa finaline Düsseldorf ile ulaştı.1954'te iki defa batı almanya milli futbol takımına çagrıldı ancak 1954 te dunya kupasını alan takıma secilmedi.
İlk Koçluk yılları:
oyunculuktan emekli olduktan sonra ilk önce İsviçrede FC bienl(1959-1961) ve FC shaffhausen (1961-1962) 'in başına geçti.fortuna düsseldorf ile birkere daha kupa finaline ulaştılar ancak 1962 de 1. Fc nirnberg e uzatma suresinde 1-2 kaybettiler.
Daha sonra Saarland bölgesel cemiyetinde 6 yıl koçluk yaptı.1970 yılında batı alman ulusal takımının efsane ismi Helmut Schön ün yardımcısı Udo Lateke varis olarak gösterildi.1972 yaz olimpiyatlarında alman takımını ilk 8 e soktu.Derwall Schön'ün asistanlıgına 1978 dünya kupasına kadar devam etti.Schön koçluktan emekli olduktan sonra,turnuvalarındaki başarılarından dolayı Derwall batı alman milli takımının başına getirildi.
bu görevde başlıca rakipleri antrenör arkadaşı Erich Ribbeck ve Helmut Benthaus'tu.

Almanya cehenneminde

Derwall'in teknik adam olarak ilk büyük turnuvası İtalya 1980 Avrupa şampiyonasıydı.Almanya onun rehberliğinde ve kadrosunda bulundurduğu turnuvanın en golcü oyuncusu Klaus Allofs'la birlikte,oynadığı beş maçtan dördünü kazanıp kupayı etkileyici bir şekilde aldı.
İspanya 1982 Dünya Kupası başlarken güven üst düzeydeydi.İlk turda Cezayir karşısında alınan şok yenilgiden sonra,Derwall'in Batı Almanya'sı soğukkanlı havasını yeniden kazanıp final maçına kadar bunu hep sürdürdü.Finalde Batı Almanya İtalya'ya 3-1 kaybetti.

Kupayı kaybetse de Derwall'e bir hoca olarak çok saygı duyuluyodu ve 1984 Avrupa Şampiyonası öncesi Almanya hala kupanın favorileri arasında sayılıyordu.
Ancak Fransa'daki performansları etkileyici değildi ve Derwall'in takımı ilk turda kupadan elendi.Alman halkının Derwall'e karşı görüşleri çok hızlı olarak değişti.En son zamanlarda insanlar Derwall'i sokakta gördüklerinde Sinirli şekilde bağırmaya,bazıları ona kötü isimler takmaya ve hatta bazıları da küfürlü sözler söylemeye başlamışlardı.Derwall görevini bırakmaya zorlandı ve yerini deneyimsiz Franz Beckenbauer'e bıraktı.

Türkiyedeki oyunu yenilemek:
Derwall bir turk kulübü olan galatasarayın teklifini kabul ederek bir çok kulübün teklifini geri çevirmesiyle gözlemcileri şok etti.ozamanlarda türk futbolu avrupada dikkat çekmiyor,kulüplerin ise uluslararası arenada hiç bir başarısı bulunmuyordu.derwall gibi uluslararası saygınlık ve tecrübesi olan birinin gelişiyle bu anlayış değişti ve galatasarayda çalıştıgı süre içerisinde türk futbolunun gelişme şansına yardımcı oldu.2 ulusal kupa ve bir türkiye kupası kazanmasının yanısıra,Derwall istanbulda gecirdigi zamanda batı avrupa egitim teknikleri ve taktik düşünceleri ile turk futbolunun gelişmesine katkıda bulundu.türkiyenin iki önemli koçu Fatih Terim ve Mustafa Denizli de bu zaman zarfında Derwalin yardımları ile yetiştiler.Derwall 1988 de turk milli takımının başına geçecegi söylentilerinin aksine galatasaraydan ayrıldı ve koçluktan emekli oldu,almanyaya dönerek emekliligin tadını cıkarmayı seçti.Türkiyedeki çalışmaları alman-türk ilişkilerinede katkıda bulundu,ve ankara universitesinde alman karşlıgı birinci snıf fahri doktora ile onurlandırıldı.(Bundesverdienstkreuz).
Medyadan:

Paris'te son 20 saniye. İspanya tribünleri gol sevinciyle ayakta... Yarı finali çantada keklik gören Alman futbolcular şaşkın... Ve bir adam var sahanın yanında duran; suskun. Almanlar'ın "Hauptling Silberlocke"u (Kızılderili şeflerinden Gümüş Kafa) işte o anda bir karar veriyor: "Alman Milli Takım Teknik Direktörlüğüm bitmiştir!"

"Gümüş Kafa", aylar sonra bile tekrar tekrar yaşadığı bu anların görüntüleriyle Atatürk Havalimanı'nda ilerlerken bir yandan da sürekli şunu sorar kendine: "57 yaşındayım. Ve artık dinlenmek istiyorum. Ama şimdi Doğu'nun sınırında yepyeni bir maceraya atılıyorum. Peki niye?"

Derken havaalanının son otomatik kapısı da açılır ve bambaşka bir dünyayla tokalaşır Derwall. Karşılayanları arasında kulübün ikinci Başkanı Alp Yalman, Türk millilerin kaptanı Fatih Terim ve asıl önemlisi "son ümidimizsin" der gibi bakan sarı-kırmızı gözler vardır.

Onun 21 yıl önce Türkiye'ye girdiği bu havaalanından şimdi çıkıp biz ona gidiyorduk. Foto-muhabiri arkadaşım Burak ve ben... Doğrusunu isterseniz sadece takımıyla bir bahar akşamı karşılaşanların anlayış gösterebileceği ölçüde belki saçma, mutlaka çok çocuksu ve pür bir sevinçle doluyduk. Üstelik baştan karar vermiştik Burak'la: "Biz bugün önce Galatasaraylı, sonra gazeteciyiz! Hele de takımının ilk şampiyonluğunu o beyaz saçlı adam sayesinde gören bir kuşak için tıpkı pirine uçan müritler gibiyiz..."

Sonunda Saarbrücken'i bulmuştuk ama önünde gri cip duran bu villanın kapısını tam bir buçuk saat önce çalmalıydık. Yoldaki kaza, mihmandarımızın azizliği, adresin yanlış kodlanması gibi gerekçeler hiçbir şekilde durumu kurtarmıyordu. Korka korka parmağımızı zile götürdük. Önce girişteki cam kapı bızzt etti, sonra yukarıdaki beyaz ahşap kapı açıldı ve saks mavisi kazaklı bir adamın gri pantolonu göründü. Başımı bile kaldıramadan çıktığım 10-15 basamak sonunda tam da beklediğim gibi bir ifadeyle karşılaştım: "Sizin kafanızı uçurmam gerekiyor!"

Burak'la nefes bile almıyorduk artık. Herhalde ikinci hamlesi kovmak olacak diye beklerken öfkeli şahin birden beyaz bir güvercin oluverdi: "Ama yapmayacağım! Haydi girin içeriye."

"Teşekkürler Derwall"
Artık Derwall'in sade, sarı salonundaydık. Elinde bir şişe sodayla peşimizde dolanıp bize "Yoldan geldiniz, susamışsınızdır" diye su veriyor; kendiliğinden "Tuvalet şu tarafta" demek gibi halden anlayan ikramlarda bulunuyordu. Daha yeni komadan çıkmış, gelmeden önce "Son röportajı sizinle olabilir" diye uyarılar aldığımız biri için hayli misafirperver, hayli canlıydı. Onu bu kadar sıcak görünce ben de gevşeyip hazırladığım cümlelerimden birini gevelemeye başladım: "Sizinle tanışmak bizim için saklanamayacak kadar büyük bir mutluluk. İzin verir misiniz?"

Derwall ayakta durmuş, kaşları havada beni dinliyordu. Kendisine yaklaştığımı görünce merakla bakmaya devam etti. İçimde bütün Galatasaraylıların şükranıyla yanağından öpüp "Her şey için bir kez daha teşekkür ederiz efendim" dedim. Muzip gülüşlü Derwall 78 yaşında artık ipi göğüsleminin de verdiği rahatlıkla sordu: "Sen 15 yıl önce neredeydin?"

Benimse konuyu dağıtmaya hiç niyetim yok; 100'üncü yıl coşkusunu yaşayan tüm Cimbomlular adına içimizi döküp, andımızı okumaya devam ettim: "14 yıl boyunca her lig şampiyonluğunun bittiği gün bizim için bir kâbustu. Herkes bayraklarla caddelerde dolaşırken biz pencereleri kapatıp bitmeyen korna seslerine rağmen erkenden uyumaya çalışırdık. Derken beyaz saçlı bir adam geldi. Onun sayesinde iki yıl üst üste şampiyon olduk. Dört yıl sonra gitti ama onun ardından da Avrupa'da inanılmaz basanlara imza attık. Ve sonunda UEFA Kupası'nı kazandık. Avrupa Şampiyonu olduk. Şampiyonlar liginde çeyrek finale çıktık Süper Kupayı biz gördük. Dünya sıralamasında 10'a giren ilk Türk takımı bizdik. Üç yıldızı Fener'den önce biz taktık. Hatta Fener'in stadına bayrak bile diktik."

Ben böyle Allah ne verdiyse deyip, soluksuz giderken Derwall'in yüzünde açan gülleri fark ettim. Belli ki o da bütün Galatasaraylılar gibi bu cümlelerden inanılmaz keyif alıyordu. Fenerliler'le aramızdaki huysuz ve tatlı muhabbete de sığınarak Derwall'e asıl içimden geçeni soruverdim: "Bütün bu keyifleri yaşarken bile siz de Fener'e çok sinir olur muydunuz?" Denvall, "Bu da sorulur mu" der gibi yüzüme bakıp kesin bir ifadeyle yanıtladı: "Hem de nasıl! Her oynadığımızda!"

Derwall Türk futboluna Avrupa'ya açılma cesaretini veren yegâne isim. 12 Eylül darbesinden çıkmış, PKK diye bir dertle daha yeni tanışmış, AB'yi aklının ucundan bile geçirmeyen, mutsuz bir Türkiye'de futbol üzerinden de olsa "Eğer istersen kabından çıkabilirsin" ampulünü yaktı.

* Sizin bu durumla ilgili yorumunuz ne?
Bunu gerçekten ben de bilmiyorum. (Kalp piliyle yaşayan ve yaklaşık bir ay önce gribal enfeksiyon tanısıyla kaldırıldığı hastanede şuurunu kaybedip, komaya giren Derwall her ne kadar sağlıklı görünüyor olsa da uzun esler vererek konuşuyordu). Sanırım sadece işimi yapmam yeterli oldu.

* Peki ne yaptınız da bu kadar başarılı oldunuz?
İlk yaptığım şey kendi oyuncularımı seçmek oldu. Çünkü geldiğimde bana 35 oyuncu verdiler. Bu rakam çoktu. Ben onların içinden sadece en iyi olanlarını seçtim. Bu teknik direktörler için başarıya giden çok önemli bir adımdır.

* İkinci adım?
İnsanlara hem aşağıdan hem de yukarıdan bakmanız lazım. Bir futbolcunun sadece nasıl oynadığı değil, karakteri de çok önemlidir. Bu yüzden ikinci işim onların karakterini disipline etmek oldu. Buna gerçekten ihtiyaç vardı.

* Zor oldu mu?
Zordu, çünkü sorun Türk futbolcusunun mantalitesindeydi. Hayata ve futbola bakış açıları Almanlar'dan çok farklıydı. Örnek Arif! Akrobat gibiydi! Antrenmanda o akrobasi hareketlerini yapmasında hiçbir sakınca yoktu. Ama sahada oynarken yapmaması gerekirdi. Puan için oynuyorsunuz sahada ve ancak takım oyunu oynarsanız kazanabilirsiniz.

* Türk futbolcusu biraz "artist" mi demek istiyorsunuz?
Hayır, öyle bir şey diyemem. Onlar çok iyi insanlar. Oyuncularımın hepsini çok sevdim. Ben de onlarla hep aynı şeyleri düşündüm, hissettim. En büyük sorunları antrenman sahalarının çim olmamasıydı. Tarla gibi çamur ve taş içindeydi. Antrenman yaparken sürekli yaralanıyorlar, her düştüklerinde canları acıyordu. Onlara bu sorunu halledeceğime söz verdim. Ve kulübe bir çim saha yapılmasını şart koştum. Böylece yaptıkları işi daha çok sevmeye başladılar. Bir çim saha sayesinde her şey birden değişmeye başladı.

* Kendilerine değer verildiğini hissedip özgüvenleri mi arttı?
Bravo! Aynen böyle oldu. Ben de onlara hep kendi çocuğum gibi davrandım. Onların kulüpten alacakları transfer paralarından formalarına kadar her şeyleriyle ilgilendim. Birlikte Almanya'ya bile geldik.

Futbolcular çocuk gibidir
* Özellikle o yıllarda Türk futbolunun yegâne sorunu hücum yapamamaktı. Siz Galatasaray'a gol atma cesaretini nasıl aşıladınız, bu da zor oldu mu?
Eğer insanları kendinize inandıramazsanız onları kazanamazsınız da... Bana inandıkları için dediklerimi de aynen yaptılar. Biz orada tiyatro oynamadık, futbol oynadık. Bizi seyreden futbolseverlerin görmek istediği de buydu zaten.

* Ama onlara bu gücü verecek özel bir formülünüz olması lâzım; Ne söylediniz onlara da birden gol atmaya başladılar?
Futbolcular çocuklar gibidir. Küçükken ne verirseniz öyle giderler. Ben onların sadece teknik direktörleri değildim, öğretmenleriydim de... Bir şeyi 'yapmayın' dediğimde yapmıyorlardı. Gerçekten benim sözümü dinlediler. Üstelik ben onları sadece gol atmaya değil, sürekli kırmızı ve sarı kart görmemeye de teşvik ettim. Hele de Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında... Her oynadıklarında bu kadar kart görmeleri feci bir şeydi. Baktım ki bu böyle olmayacak birbirlerine daha çok yaklaşmalarını sağlamak için bir gün her iki takımı da yemeğe çağırdım. Orada gördüm ki aslında birbirlerini zaten çok iyi tanıyorlar, sadece sahada oynarken düşman gibi davranıyorlarmış. Neden böyle yaptıklarını o zaman çok düşünmüştüm. Ve sonunda kendi kendime şöyle dedim: Bu konu artık benim sorunum değil! Bana burada düşen bir görev yok!

* Sizce neden böyle yapıyorlardı?
Mesele şuydu: Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzonspor ve Beşiktaş için her takıma yenilebilirdiniz. Ama birbirlerine asla yenilmemeleri gerekiyordu. Bu dört büyük takım birbirlerine ne kadar yenilmezlerse kendilerini o kadar yukarıda görüyorlardı. Mesela Galatasaray Gençlerbirliği'ne yenilebilirdi, ama bir Fenerbahçe'ye yenilmesi korkunç bir şeydi. Bu bir şablondu. Bunun için de sahada her şeyi yapabilirlerdi.

* Bu psikolojinin lige heyecan katan tatlı bir tarafı da yok mu?
Tabii, bu zaten futbolun bir parçası, yani "raconu"dur.

* Galatasaraylılara bir 100'üncü yıl mesajınız var mı?
Her kazandıklarında ben de burada çok seviniyorum. Ama bir mesaj vermem zor. Çünkü zaten ben de bir Cimbom taraftarıyım. Futbolculara söyleyeceklerimi ise her birine tek tek mektup yazarak anlattım.

Bu Hagi'nin kendi birası...
* Galatasaray taraftarına ilişkin aklınızda kalan nedir?
Doğrusunu isterseniz dünyanın her tarafındaki taraftar aynıdır. Hepsinin içinde bir ateş yanar. G.Saraylılarda da bu ateşi gördüm.

* UEFA kupasını niye Beşiktaş, Trabzon, Fenerbahçe değil de Galatasaray aldı sizce?
Benim şansım! (Kahkahalarla gülüyor)

* Tam da 100'üncü yılda şampiyon olamazsak ne düşünürsünüz?
Her zaman bir kişi kazanır, o kadar üzülmeye gerek yok. Ama eğer kazanmazlarsa kendime sorarım: Ben nerede yanlış yapmışım diye...

* Sizce Hagi'nin bir hatası var mı?
Bu onun birası, benim değil! (Almanların "her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır"a benzeyen böyle bir deyimleri var) Oyunculuğu çok hoşuma giderdi, gerisi onun problemi.

* Fatih Terim'e bir öneriniz var mı?
Aslında hepsine bir şeyler söylemek istiyorum. Fatih benim kapitalimdi. Oyundan sonra, oyundan önce, antrenmanlarda düşüncelerimi hep onunla paylaşırdım. Mustafa'yla (Denizli) da aynıydı. Üçümüz çok iyi anlaşırdık. Fatih artık çok deneyimli bir isim. Her teknik direktörün durgun olduğu zamanları vardır. Fatih'in şu anda bir sorunu olsaydı mutlaka benimle paylaşırdı. Demek ki problemi de yok!

* Türk futbolunu nasıl görüyorsunuz?
Ben her zaman skora bakarım ama üzüldüğüm şeyler de oluyor. Dünya üçüncüsü olmuş bir takım, bu kadar iyiyken neden statlardaki olaylara son veremiyor anlamıyorum. Mesela Beşiktaş maçındaki olaylara çok üzüldüm.

Şike olsaydı kontratımı yırtıp ülkeme dönerdim
* Sizin zamanınızda oynanan bir Malatya-Beşiktaş maçı var. İddiaya göre Galatasaray, Beşiktaş'ı yenmesi için Malatyalı futbolculara prim olarak birer araba hediye etmiş. Siz böyle bir şey biliyor musunuz?
Galatasaray mı yapmış? Bunu söyleyebilmeniz için benim önüme belge getirmeniz gerekir.

* Bir Galatasaraylı olarak böyle bir soruyu sormak benim için de kolay değil ama sormam lazım. Bu skandal Meclis'e bile yansıdı.
1990 yılına kadar İstanbul'daydım. Böyle bir şeyi bir kez bile ne gördüm ne de duydum.

* Olsa bilir miydiniz?
Bilmem gerekir öyle değil mi? Eğer böyle bir durumla karşılaşsaydım o anda kontratımı yırtar, Galatasaray'ı bırakıp ülkeme dönerdim.

* Futbolda şike yok mu?
Her zaman, her yerde buna uygun insanlar vardır. Bu bir kötü karakter işidir. Ama sporcu kafasıyla düşündüğünüzde böyle bir şeye asla izin vermezsiniz.

Devrim Sevimay 25.04.2005



Şampiyonluklar:

Türkiye Profesyonel Birinci Futbol Ligi 1986-87
Şampiyon : Galatasaray
Şampiyonun kadrosu : Simoviç, İsmail, Raşit, Erhan, Semih, Yusuf, Ahmet, Arif, Adnan, Muhammed, Cüneyt, Bülent, Uğur, Savaş, İlyas, Erkan, Mirsat, Prekazi
Teknik Direktör : Jupp Derwall
Gol kralı : Tanju Çolak (Samsunspor) 25 gol

Puan Cetveli O G B M A Y P
Galatasaray 36 23 8 5 55 24 54
Beşiktaş 36 23 7 6 67 26 53
Samsun 36 19 11 6 56 22 49

Türkiye Profesyonel Birinci Futbol Ligi 1987-88
Şampiyon : Galatasaray
Şampiyonun kadrosu : Simoviç, Hay- rettin, İsmail, Yusuf, Cüneyt, Erhan, Semih, İhsan, Nasır, Arif, Uğur, Muhammet, Raşit, Turgay, B. Savaş, K. Savaş, Dündar, İlyas, Tanju, Mirsat,Prekazi
Teknik Direktör : Jupp Derwall
Gol kralı : Tanju Çolak (GS) 39 gol


Puan Cetveli O G B M A Y P
Galatasaray 38 27 9 2 86 35 90
Beşiktaş 38 22 12 4 68 29 78
Malatyaspor 38 17 11 10 64 61 61

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin