18 Aralık 2008 Perşembe

K.A.H- İTALYAN ULTRALAR ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Flying Dutchman blogunda by mafalda'nın kaleme aldığı güzel bir söyleşi.Kaynak belirterek burada paylaşmak istiyorum anlayışlarına sığınarak,emeklerine teşekkür ederek.......Ayrıca hemen altta ilgilenenler için Yunanistan tribün gruplarıyla ilgili yazıya linki tıklayarak ulaşabilirsiniz...

Yunanistan taraflarından giriş yaptığım tribün aşkları temasına İtalya ile devam etmekti amacım. Bir liste yapayım dedim, yaz yaz bitmiyor. İtalya`da herkes ikişer üçer dost olmus düşman gruplara karşı beraber saf tutmuş. O ona küsmüş, o öbürüyle dost diye öbürüne düşman kesilmiş, acaip bir çark dönüyor. Herşey politik hersey değişken. Bütün tribün dayanışmalarını yazmak için de ömrüm kafi gelmeyecek, en iyisi mi ben pası konuyla ilgili doktora tezi vermiş bir arkadaşa atıp sıyrılayım dedim. İyi de yapmışım. Sebastien bana kalırsa italyan curvaları konusunda uzman, o kabul etmek istemese de. O yüzden tribün dayanışmalarını bir kenara bırakıp ultra hareketlere odaklanıyoruz.

Kendisi hakkında ek bilgi; Sebastien Lüksemburg`da yaşıyor. 2007 senesinde Perpignan Üniversitesi`nde italyan ultraları üzerine yazdığı tezle doktorasını bitiriyor. Luxembourg Contre Le Racisme adlı organizasyonun kurucusu ayrıca Mondiali Antirazzisti futbol turnuvasının da hamallarından. Commando Ultras`84 emekçilerinden. Şu aralar ikinci kitabını yazmakla meşgul.



Mafalda: İlk önce kitabından "Le phénomène ultras en Italie"den başlayalım. Henüz türkçeye çevrilmediğinden Türkiye`de basılmadı. Anlatır mısın nedir içeriği, neden Ultras en Italie?

Sébastien Louis: Bu kitap benim üniversitedeki araştırma konum aslında. 2002`de mezun olurken bir tez konusu istendi, ilk düşündüğüm konu bu oldu. Beni tanıyanlar pek şaşırmadı çünkü uzun yıllar bu kültürün içindeyim. 1994`ten beri Olimpik Marsilya`nın Commando Ultras grubu üyesiydim. O zamandan gelen bir tanışıklığım aslında hayranlığım vardı İtalyan ultralara. Kendi grubumuz da 1984 yılında ortaya çıkarken İtalya`daki gruplardan esinlenmişti. İtalya`daki ultra hareketinin başlangıcı 1960'lı yılların sonunda gerçekleşirken biz tam 15 yıl sonra adapte olmaya çalışıyorduk dolayısıyla İtalya bizim Mekke`miz gibiydi. Kurulduğumuz ilk günlerden beri Sampdoria ultraları ile sıkı bir dostluğumuz var.

İtalya`ya ilk kez 1996 yılının mart ayında gittim Udinese-Sampdoria maçı için. Benim için inanılmazdı, o atmosferden büyülenmiştim. Ultralar o zamanlar oldukça güçlüydü en alttaki liglerde bile inanılmaz tribünler vardı. O zamandan beri de bulabildiğim her kitabı, materyali toplamaya başladım ve sürekli İtalya`ya gittim. En az 50 maç izledim ultralarla beraber. Serie A`dan Serie D`ye, Venezia`dan Napoli`ye kadar, bütün derbi maçlarında hatta 1000 kişiyi geçmeyen kale arkalarında bile bulundum. O yüzden bu konuyu seçmek benim için zor değildi, düşünmedim bile. Tehlikeli ve kaçık olarak bilinen bu İtalyan alt kültürünü tarihsel açıdan anlatmaktı amacım. Tek sorun tez danışmanımı ikna etmekti ama o da oldukça geniş bir insandı şansıma. Üniversiteden bu şekilde mezun olunca master tezim için de temel oluşturdu. Aynı şekilde 2003 yılında tezimi geliştirerek mezun oldum. Commando Ultras`tan arkadaşlarım da beni teşvik etti tezimi kitaplaştırmam konusunda. 2005 yılında Paris`te bir yayınevini ikna ettim. Kitabım birkaç güncellemeyle basıma hazırdı. 2006 yılında da yayımlandı. İtalyancaya çevrildi. Şu aralar ingilizce çevirisi için uğraşıyorum.

M: O halde İtalya`daki bu kültürü en iyi tanıyanlardan biri olarak sormak istediğim şey şu… Sence son yıllarda yaşanan olaylar ve yeni kanunlar Ultras hareketinin sonu getirir mi? Ya da getirdi mi?

S.L.: Bence abartıyorsun, ultraların uzmanı değilim, sadece onlarla oldukça fazla vakit geçirdiğimdem son 10 yıldaki değişimlerin içinde yaşadım. Ama bu kültürün iyi bilenleriyle tanıştım bu süre zarfında, onlardan çok şey öğrendim. Tek farkım bu bilgiyi derleyip kitaplaştırmak oldu çünkü bu insanlar kendi projeleriyle o kadar meşguldüler ki bütün bu hazır materyali saklamayı bile düşünmemişler. Bolonya`daki Progetto Ultra ile biz bütün bu hazır materyali saklamak fırsatını da bulduk. Baştaki soruya dönersek eğer, İtalyan ultra hareketi uçurumun kıyısında diyebilirim. Eğer geneline bakarsan bütün bu yeni kanunlara rağmen ultralar hala ayakta ama sadece isim olarak varlar artık. İçerik olarak yoklar. Kendini ayakta tutan birkaç küçük grup dışında varlıklarından sadece kağıt üzerinde sözedebiliriz. Nasıl ayakta kalabilirler ki… Maçların bir çoğu deplasman tarafarına kapalı kapılar ardında oynanıyor. Stad çevresindeki kontroller sıkılaştı, hareketlerinde dikkatli olmak zorundasın. Tribünlerde çok fazla baskı var. Yeni kanunlar, kurallar… Geçen eylül ayından beri Napoli taraftarlarının bütün hakları ellerinden alındı. Neden? Roma deplasmanından dönerken trene zarar verdiler diye. Tribün dışında yaşanmış hatta olmamış bir olay. Amaç sadece yasaklamak.

Ayrıca ultralar amaçlarından da saptı zaman içerisinde. Bazı liderler kulüp patronlarıyla hatta futbol federasyonuyla bağlantılı, bir kısmı bu işten ekmeğini de kazanmaya başladı satılan materyallerden. Organize suçlara bile karıştılar. Daha hiç politik konulara girmedim bile düşün. Bütün bunlar o ruha zarar veriyor doğal olarak. Ama hala ayakta kalan gruplar var: Sampdoria, Atalanta, Pisa ve birkaçı daha hala eski ultra ruhunu yaşatmaya devam ediyor bütün bu olumsuzluklara rağmen.

M:Apolitik tribünler… Gerçek mi yoksa sadece teori mi? Nedir çözüm?

S.L.: Apolitik tribünler her zaman mümkün ama konu ultralar ise imkansız. Çünkü zaten ultra hareketinin kaynağı politika. Demek istediğim, 1960 yılların sonunda bu hareket ortaya çıkarken zaten döneme özgü siyasi hareketlerle kaynayan bir ülke durumundaydı İtalya. İlk ultra gruplar İtalya`daki radikal bir örgütü model olarak almıştı. Tüm kuşağın değişim aradığı bir dönemdi. Kimisi radikal partilere girdi, kimi de neofaşist akıma kapıldı. Kuşağın bir kısmı hali hazırda aktivist iken bir kısmı da tutucu ve baskıcı ortamda değişim arayan kabuğunu kırmak isteyen insanlardı. İlk ultralar için model teşkil eden de radikal aktivistlerdi. Onlardaki imajı tribünlere adapte etmek daha kolaydı. Grupların ilk isimlerine baktığımızda anlaşılır ne demek istediğim: AS Roma`nın Fedayn`i… Sonrasında Verona`nın Brigate Gialloblu grubu, Inter`de Potere Nerazzuro, Juventus`ta Autonomia Bianconera gibi.

Ama o zamanlar takımları herşeyin önündeydi her ne kadar bu şekilde aktivistleri referans aldılarsa da. Faşist adamlar komunistlerle beraber maç izleyebiliyordu. Politika sorun değildi insanlar için, takım sevgisi sorundu. Kimisi politik farklılıkları dert ettiyse de genelde ultras birlikteliği ön plandaydı. Kısacası ultralar politikayla her zaman haşır neşirdi, ama sadece içerik olarak. Kimse tribünde politik aktivitelere girişmezdi. 1980'li yılların sonundan itibaren bu durum değişti hala da değişiyor. Bu dönüşümün nedeni ortaya çıkan aşırı sağcı gruplar. Tribünlerde etkili taraf olmaya başlamalarından itibaren problemler de başlıyor. Çünkü ultra kültürünün temelini atan insanların büyük kısmı sol politikadan geliyordu. Şimdi ise tam tersine neofaşist fikirler yaygınlaşıyor özellikle arayış içindeki genç kesimde. Bu yeni bir trend tabi hala ultraların büyük çoğunluğu ya politikaya bulaşmamaya çalışıyor, ilgilenmiyor ya da eski köklerine sahip çıkıyor.

Tribünlerdeki baskın ideolojiyi görmek için bayraklara ve pankartlara bakmak yeterli. 80lerin sonundan itibaren İtalya`da beliren sosyal değişim de sağcıların ekmeğine yağ sürüyor. Artan göçmen nüfus nedeniyle provokasyonlar genç kesimde direk etkili.

Uzatmayayım… Tekrar soruna dönersek, bunun için bir çözüm bulmak zor çünkü ultras her zaman kararları kendi içinde verir. Apolitik tribünler de bulabilirsin ama politik tribünler her zaman olacaktır. Sorun o politik imaja inanıp inanmamakta. Ne Livorno tribünleri tamamen komunist ne de Verona tribünleri tamamen faşisttir. Tersi mümkün değil.
...

M: İtalya`daki tribünlerde son durum nedir? Hangi gruplar hala eski gücünde? İdeolojik olarak kimler eski geleneklere bağlı?

S.L: Son zamanlarda durum çok değişken. İçinde bulunduğumuz yeni yüzyıl beraberinde aşırı baskıcı bir ortamı da getirdi. Güçlü ideolojik propagandalara artık imkan tanınnmıyor. Daha önce dediğim gibi orda da artık herşey kağıt üzerinde. İçerik olarak zayıflıyorlar. 90`lı yılların sonunda `Brigate Autonome Livornesi` oluştuğunda ideolojik rekabetler de güçlenmeye başlamıştı. Kendini komunist addeden BAL tribünleri Stalin pankartları, Kore bayrakları, Bolşevik semboller kullanmaya başlayınca karşı ideolojinin de buna reaksiyon göstermesi kaçınılmazdı. Ultralar kendi içindeki rekabet de öyle başladı. Aynı 70`li yıllardaki siyah-kırmızı rekabeti gibi. Dolayısıyla buna tepki olarak faşist semboller de görülüyor artık. Livorno da ister istemez sol tribünlerin merkezi oluyor. Sol akımın resmiyet kazanması da Resistanza Ultras`ın oluşumuna tekabül eder. Antifaşist görüşteki bütün ultraları birbirine bağlayan bir çatı oluşturulmak istenmişti bu projeyle ama hiçbir zaman kuruluş amacına ulaşamadı. Belki sadece Ternana, Ancona, Livorno ve birkaç küçük grubun emeğini belirtmek lazım. BAL`in kendini lağvetmesiyle, Livorno`nun taraftar sayısı bile azaldı, ideolojik olarak da küçüldü. Eski tribün şovları kalmadı. Sıralama yapmak doğru olmaz ama sağ baştan sayarsak Inter`ın ultraları özellikle Irriducibili ve Milan`da Fossa dei Leoni`nin ardından oluşan sağ kimlik, ayrıca Hellas Verona taraftarları ve onların komşuları Padova en aktif sağ görüşlü gruplar. Bana göre AS Roma ve Lazio bu saydıklarımdan sonra geliyor. Sol görüşlü gruplar eskisi kadar güçlü olmasalar da hala varlar: Pisa, Livorno, Venezia ve Ancona mesela.

M.: Ultra hareketi İtalya`da orjinalliğini kaybederken diğer yandan Avrupa`daki oluşumlar için ne düşünüyorsun? Daha önce olmadığı kadar yükseliş içerisinde bu hareket. Özellikle Fransa`da…

S.L: Sadece Avrupa`da değil tüm dünyada yükseliş içersinde. Taraftar için iki tip model vardır: İngilizlerin Casuals dediğimiz modeli ve İtalyan ultralar. İlk başlarda ultra hareketi kıvılcımını İngilizlerden alır, onların Mekke`si de orasıydı. O zamanlar Avrupa kupası olay çıkartan ingilizleri yakından tanımak için bir fırsat yaratıyor italyanlara. Ardından birçok ultra İngiltere`ye gidiyor bu kültürü öğrenmek için. Bizzat olaylarda da bulunuyorlar. En aktif ultra gruplardan biri olan Hellas Verona direk Chelsea`nin maçlarına dadanıyor, onlardan ilham alıyor. Sadece onlar değil tabi Juventus taraftarları mesela sürekli Liverpool Kop`unda takipteler.

Diğer Avrupa ülkeleri için de özellikle 70`lerin sonlarında hep İngilizler referans oluyor. Kimse ilgilenmiyor İtalya`daki hareketlerle. Ondan sonraki 10 yıl ilgi çekici hale geliyorlar. Kurvaları ele geçirip kendi stillerini o askeri disiplini oluşturuyorlar tribünde, renkli koreografiler hazırlıyorlar, ayrıca kendi liderlerini çıkarıyorlar içlerinden ki bu liderler neredeyse bütün tribünleri kontrol edebiliyor, her maç yeni tezahüratlar, inanılmaz bir atmosfer oluşturuyorlar. Tabi bunlar onları medyatikleştiriyor. 1982 Dünya kupasını kazanmaları da italyan futbolu için bir dönüm noktası. Artık tüm Avrupa için model ingilizler değil italyanlar oluyor bu gelişmelerle.

İkinci adaptasyon dönemi ise 90`lı yılların ikinci yarısına denk geliyor. Bunun nedenleri zaten belli: internet, seyahat imkanlarının artması, Sovyet rejimlerinin çöküşü, yeni jenerasyonun özellikle Almanya, Polonya ve İskandinav ülkelerinin yeni bir kimlik arayışında olması gibi. Bu sefer tribünler adaptasyonu daha hızlı gerçekleştiriyor. Birkaç sene içerisinde bütün organizasyonu oturtuyorlar. Magrip ülkelerinde, İsrail`de hatta Japonya`da bile ultra gruplar var artık. Ama senin sorunda belirttiğin gibi bir yandan yükselirken bu hareket kendi evinde düşüşe geçiyor. Bu krizin en büyük sebebi şiddet. 1995 yılında Vincenzo Spagnolo`nun Genoa-AC Milan maçı öncesi öldürülmesini hatırla. O zamandan gelen bir süreç var. Ayrıca bu iş giderek iş kolu haline dönüşüyor. Daha önce saydığım sebepler, taraftar-kulüp başkanları ilişkisi, polis şiddeti gibi. Ama yine de bu hareket İtalya`da bitmiştir diyemem çünkü bütün Avrupa`dan tribünler buraya gelip ultra hareketini beşiğinde öğrenmek istiyorlar. Hala okul gibi... Yani İtalya hala ultra hareketin “avant-garde” noktası.

Diğer ülkelerin ultraları çok farklı, bir çoğunu sevmiyorum. Almanya`da özellikle 1995`ten sonra ultras patlaması yaşanıyor ama hala orjinal ultra kültüründen çok uzaklar. Estetik olarak harikalar, güzel şeyler yapıyorlar göze hitabeden ama mentalite sıfır. Ultra bakış açısından bakarsak bazı ülkeler var iyi işler çıkaran, mesela İsviçre ve Avusturya. Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna`da inanılmaz potansiyel var. Fransa ise İtalya seviyesine yaklaşabilmiş tek ülke. Bordeaux, Marsilya, Paris, Saint-Etienne ve hatta diğerleri artık İtalyanların seviyesinde.

M.: En son Atletico Madrid-OM maçında da gördüğümüz üzere ultralara karşı yükselen bir şiddet grafiğinden söz etmek mümkün mü?


S.L: Aslında polis şiddeti hiç değişmedi. Fark güvenlik sistemlerinin militarize hale gelmiş olması. Eskiden stad çevresinde hatta içerisinde bu tip robocop`larımız yoktu ama şimdi basit bir maçta bile inanılmaz ekipmanlarla donanmış polisleri görüyoruz. Buna yol açan da holigan şiddetinin giderek medyada yer bulması. Yıllar önce de maç öncesi ya da sonrası taraftarlar olay çıkarıyordu ama bunların çoğu rapor edilmezdi, tolerans daha fazlaydı. Ama şimdi futbol büyük bir sermaye. O yüzden güvenlik de had safhada. Eskiye oranla daha bile az şiddet var, çıkan olayların çoğu stad dışındaki kavgalardan ibaret. Şiddet futboldan uzaklaşıyor giderek. Ya tren istasyonlarında ya da anayollarda patlak veriyor.

Ultraları şehit mertebesine yerleştirmek istemiyorum, ama bu bir hayat felsefesidir ve isteyen bu yolu seçer. Şiddet de bu kültürde zaman zaman kendine yer buluyor. Yani şiddet kullanılacaksa eğer bunun neden ve sonuçlarını irdelemek gerek. Kolkola Freedom for Ultras diye bağırmak bir işe yaramaz, bazen toplumu da gözetmek gerekir. Artık toplum şiddete eskisi kadar toleranslı değil, buna stadyumlar da dahil. Stadyumlar şiddetin meşrulaştığı yerler haline dönüşmemeli, bu her iki taraf için de geçerli.

Madrid`teki maç aslında bu konunun dışında. Ben hiç şaşırmadım. İspanyol polisinin zaten kirli bir geçmişi var bu konuda. 1982`de bile İngiltere maçında polis birçok ingilizin direk kafasını kırmıştı. O yüzden sürpriz olmamalı bunlar.
...

M.: Türkiye ultra mentalitesinden oldukça uzak. Bazı grupların çabasını gözardı etmemek gerek tabi. Sence Balkan ülkeleri ve Türkiye için bir gelecek var mı?

S.L.: Daha önce dediğim gibi Balkan ülkeleri ultra kültürüne çok çabuk adapte oluyor şaşırtıcı biçimde. Hepsinde iyi organize olmuş gruplar var. Yunanistan ve Türkiye için durum biraz farklı. Diğer Balkan ülkelerinden daha fanatik gruplarınız var ama hiçbir zaman ultra kültürü kavranamadı. Kendi milliyetçi gelenekleriyle italyan öğelerin karışımı oldu her zaman. İlerde gerçek bir ultra grup oluşur mu ondan da pek emin değilim çünkü sürekli iki kültürün karmaşası yaşanacak bu iki ülkede.

M.: Türkiye`de son yıllarda bir Livorno akımı var. Politik açıdan kendilerine verilen bu popüler pozisyonu hakediyorlar mı? Yoksa onlar da değişim sürecinde mi?

S.L.: Bu Livorno modası sadece Türkiye`de değil hemen hemen her Avrupa ülkesinde var. 7 yıldır şehri ziyaret edip maçlarını izliyorum ve her maç ziyarete gelen sol görüşlü taraftarlar görüyorum. Aklına gelebilecek her ülkeden… B.A.L. kurulduğunda bu yeni radikal sol görüş direk o kesimin ilgisini çekti. Yeni bir tarz oldu ultra ekseninde. Sovyet sembollerini kullanıyorlardı ve çok iyi organizeydiler. Aslında diğer sol gruplardan daha solda değildi ama diğerleri gibi kaotik yapısı yoktu. Stalin resimleri sadece görüntüden ibaret değildi, kendilerinin ve liderlerinin kafa yapısı da o şekildeydi. O sayede kuzey tribünde düzeni kurabildiler. Her neyse… Tabi internetin ve fanzinlerin de etkisi çok büyük. 3. ligdeki bir takımın ultralarını çok kısa sürede ün sahibi yapabiliyor teknoloji. Ayrıca ucuz seyahat imkanları da birçok taraftarı buraya kendi deyimimle sovyetik ultraları görmeye çekiyor. Tabi onlar bu konuda ne ilk ne de en solcular. Birçok grup onlardan önce de kullanıyordu bu sembolleri, Ternana, Atalanta, Ancona, Empoli… Livorno`nun tek farkı tribünlerinde takım bayraklarını sembollerden daha az görmüş olduğumuz. Bu pozisyonu hakediyolar mı? Hem evet hem hayır. Evet çünkü Toscana ve Livorno her zaman kırmızıdır. Livorno 1921`de İtalyan Komunist Partisi P.C.I.`nın kurulduğu şehir. Bir işçi kenti… Mesela Brigate kelimesi burda çok hassas aktiviteler için kullanılırken, tribündeki adam da o aktivitelerin bizzat içindedir zaten. Afganistan ve Irak işgallerine karşı açılan pankartlar, sivil toplum örgütleri için ödenek talepleri hatta Floransa`daki yıkımlar için açtıkları pankartlar bile bu aktivitelerin uzantısı. Ama yine gerçek bir politik grup oldukları söylenemez. Diğer yandan öyle olmamalarına rağmen öyleymişler gibi aşırı semboller kullanıyorlar. En büyük düşmanları Pisa onlardan sosyal anlamda daha aktif olmasına rağmen daha az sembol kullanır.

2006 yılında B.A.L. feshedilince iki grup oluştu: Livornesi ve az sayıda elemandan oluşan Visitors. İkisi de resmi B.A.L. kurucularından bağımsız oluştuğundan eskisi kadar sembol kullanmıyorlar. Daha çok takım bayrakları ve pankartlar açılıyor son dönemlerde.

M.: Biraz özele dönelim. Hayatının bu şekilde yön almasında kimler etkili oldu?

S.L.: Beni etkileyen çok insan var. Commando Ultra kurucuları, ordaki arkadaşlarım. Benim gibi ultralarla kafayı yemiş arkadaşım Julien, onlarla tanışmama da aracı olmuştur. Onla tanıştığımda 17 yaşındaydım çok şey öğrendik beraber. İsim saymak çok zor, 31 yaşındayım. Artık hayatım tamamen farklı yöne bakıyor. Okulumu bitirebilmek için 2 sene önce ultras kariyerimi bıraktım artık senede 3-4 maça normal bir taraftar gibi gidiyorum. Bu bana başka bir görüş aşısı kazandırdı. İçindeyken bazı şeyleri göremiyorsunuz. Ama birşey hiç değişmiyor maçlara gitmeyi bıraksanız bile. Hala içimde o ruhu taşıyorum sanırım. Çünkü bu kültürün çok fazla artı yönü var. Küçük şeylere odaklanmamayı ve büyük hedefler koymayı hayatta da organize olmayı öğreniyorsunuz.

M.: Luxembourg against Racism… Mondiali Antirazzisti… Futbol fotoğrafları sergisi… Daha bir sürü aktivite içindesin aynı zamanda…

S.L.: 1996 yılından beri İtalya`da Progetto Ultra tarafından organize edilen bir futbol turnuvası var. Mondiali Antirazzisti. Turnuvanın odak noktası ırkçılık karşıtı olması. Başlangıçta küçük bir turnuvaydı ama zamanla katılım arttı. Bu sene haziran ayındakine 5 binden fazla gelen oldu. Katılımcılar dünyanın her tarafından ama özellikle Avrupa ülkelerinden geliyor. Normal taraftarlar, politik ya da sosyal gruplar, İtalya`daki göçmenler, evsizler… Takımını kuran katılabiliyor. 2003 yılında da Lüksemburg`da biz kendi takımımızı kurduk Luxembourg against Racism adıyla ve ordaki ortamdan çok keyif aldık.

Ertesi yıl da fotoğrafçı bir arkadaşımızı davet ettik ve sayesinde ultraların başka yönlerini gösterebildik insanlara. European Youth sponsorluğunda 2005 yılında bir sergi açtık. Aynı sergi İtalya`da da gerçekleşti. Ardından sosyal temalı birkaç ufak film çektik. Şimdi yeni bir aktivitemiz var. Irkçılık karşıtı futbol turnuvası düzenliyoruz Bosna`da. Küçük bir köy var iç savaştan sonra ikiye bölünen. Bir yanda katolik Hırvatlar diğer yanda müslüman Bosnalılar. İlkini geçen yıl gerçekleştirdik. Takımlar tamamen karışık. Kazananı da masraflarını karşılayarak Mondiali Antirazzisti turnuvasına götürdük. Her sene tekrarlamak istiyoruz.

M.: Son olarak… Ultra, akademisyen ya da bir yazar… Eğer senden sadece birini seçmeni isteseydik… Hangisi seni daha iyi tanımlardı?

S.L.: Hangisini desem ukalalık olur. 12 yıllık ultra geçmişim olmasına rağmen ultrayım diyemem. Akademisyenlik de çok yüksek bir tabir henüz bir lisede tarih dersi verirken hele. Kitabım olmasına rağmen henüz kendime yazar diyemiyorum belki zamanla o özgüveni yakalarım birkaç kitaptan sonra. Öyle bir insanım işte diyip sıyrılayım. Herkes gibi hatalar yapıyorum, ultrayken bile hiç tam bir ultra olamadım. Akademisyenliğim de hatalarla dolu. Yeni yazdığım kitabımda ilk kitabımda yazdığım noktaları eleştiriyorum düşün. Belki hepsinden de biraz alayım demek iyi olurdu. Profesör olmaya çalışan sıradan bir ultra, yazabildiği kadar iyi yazmaya çalışan bir yazar. Nasıl dersen de… Zevk alıyorum yaptığım herşeyden. Bütün bunları ne para için yapıyorum ne de kariyer. Tek tutkum değişik insanlar tanımak. Açıkça söyleyebilirim ki şimdiye kadar tanıdıklarım içinde en samimi olanlar da ultralardı.

Kitabın online siparişi için.Sadece fransızca basımı olduğunu tekrar belirteyim

1 yorum:

MiTo1940 dedi ki...

yorum yapmıyorum...pardon yapamıyorum...

Blog Widget by LinkWithin